Hani çılgın bir aşk yaşarsın ya, dolu dolu böyle ağlamasıyla, gülmesiyle, tatiliyle, yazıyla, aynı eviyle filan, sonra bir gün bir taraf diğer tarafın değiştiğini idda eder ve karşılıklı güvensizliğe gelemeyen aşk bir gecede siktir olur gider ya, işte bana aynen bundan oldu. Birden karşımdaki adamı tanıyamadım ve onda gördüğüm iyi yanlarının birer birer pazarlama stratejisi olduğunu keşfettim. Sabahın da boğazımda bi' tad vardı; uzun bakışmaların, kururlan samimiyetin, verilen değerin, tanınan şansların sahteliğinin bıraktığı tad. Sanki bir gecede sesime bir tokluk gelmiş, bakışlarım donuklaşmıştı. İlk sayfalarını okurken heyecandan tırnaklarımı yediğim aşk hikayem sanki birbirimizde hiç huzur bulmamışız gibi ortada bir yerde, yarım yamalak, bir şehrin ortasında, öylece kala kalmıştı. Yağmur dinip fırtına bitse de sanki benim bir parçam orada kala kaldı.
Size uzun uzun anlatamam şimdi neler oldu bitti çünkü inanın bende bilmiyorum. Ne zaman tanıştık, ne zaman evler yataklar bir oldu, ne zaman yaz geldi ve ne zaman sabrım bitti. Bildiğim tek şey beni anlamamak için uğraşan birine kendimi anlatmaya çalışırken çok yorulduğumdu. Bir ilüzyana maruz kalmıştım sanki çok önceden planlanmış. Bir göze, bir sese, bi güzel lafa tav olmuşum anasını satım yine. Yani ne olacak o fotoğraflara, geçirdiğimiz gecelere, yaptığımız planlara, almış olsaydık o köpeğe? Tesadüfler vardı, hayallerde bi tanışıklıkta vardı, favori notalarımdan yarattığım arkada çalıp duran bir fon müziğimiz bile vardı lan, çok garip şimdi düşününce.
Bunun bir ilüzyon olduğunu bilmek istemiyorum, her şeyin içinde bir toksiklik olduğunu öğrenmek istemiyorum çünkü yani benim yaşadığım duygulara bakılırsa her şey güzeldi be oğlum. Yani ne oldu, neyi eksik ettik neyi fazla koyduk bilemiyorum ve şimdi oturup sayınca da elimde kalan şeyleri bu aşka yakıştıramıyorum. Ona çiçek almak resmen hobimdi biliyor musunuz? Gördüğüm yerde dururdum alma artık derdi o, ben de derdim ki; çiçekler elinde dursun, ellerin çok güzel. Bir zamanlar kendi yaşadığım şehrimi hatta evimi bana sevdiren bu adam nasıl oldu da bakışlarından bile nefret ettirdi beni, nasıl her şeyin bu kadar üstüne gitti de ben bir elveda bile etmedim?
Üzülüyorum tabiki şimdi, son kez bir sarılmayı hak etmedi mi sanki bu ilişki? O kadar emek, uykusuzluk, gidilen yollar, söylenen sözler… O tren biliyor bak hepsini, ayakta tam 7 saat geldiğim günü, uykusuzluktan vagon arasında, yerde uyuduğum sabahları, parasızlıktan aç geldiğim onca yolu…. Bilmiyorum şimdi bunları neden anlatıyorun ama ne yapayım ki? Birine de anlatmam lazım yani nelere katlandığımı. Ne kadar emek verdiğimi birisine söylemem lazım, dinleseydi ona anlatmayı çok isterdim. Hatta konu bir kere ben olayım çok istedim, istedim ama kıyamadım da ona o zaman yani. O çok sormaz kendiyle alakası olmayan konuları bende çok sevmem kendimi anlatmayı zaten. Her şey davranışlardan, bakıştan, mimiklerden bellidir demi? Görmedi mi, anlamadı mı bilmiyorum valla ben bu çocuk neden böyle yaptı bilmiyorum.
Beni ne güzel dinliyordu başlarda biliyor musunuz hatta konuşturmaya çalışırdı sende anlat derdi. Her şey kitaplığımdaki kitapların arasında benden parçalar ararken ne kadar da güzeldi. Tek derdi sokaktaki arkadaşlarıla oynamak olan çocuklar gibi her gün sabah etkenden kalkardı. Ben uyanana kadar avakadolu ekmekler bir şeyler, çeşit çeşit meyve suları filan yatağıma gelirdi, öpülerek uyandırılırdım. Tabii özlerim akşam üstü oldumu ona yemek yapmayı, gece oldumu mekanlarda çılgın gibi para yemeyi, sabaha karşı o uyurken ona bakarak yazığım şarkıları…
Bazen derdim ki; garsona, kasiyere nasıl güler yüzlüsün, naziksin, az da bana göster bu nezaketi yani ben kalbimi eline vermişim diye sen niye yere atıp duruyorsun? derdim. İnsan güneşim dediği birinden nezaketi sakınır mı? Çokta bir şey istemiyordum ki, sadece bana dışarıdaki insanlardan biraz daha fazla samimiyet gösterdiğini görmek istiyordum, yani ayları vermişiz demi, sevgiliyiz yani. Sen özel hissediyordun iyi hoş ama ben? Ben kimin için özel olacaktım. Senin beni görünce ki gülümsemenle iş arkadaşını görünceki gülümsemen aynıydı, ben nasıl seninmişim gibi hissedecektim ki? Bazen iyiki arkadaş değiliz diye düşünürdüm, aslına bakarsan arkadaşlarına bile üzülürdüm. Yazık ediyorsun yani 7 senedir arkadaşınla 2 aydır tanıdığın insana gösterdiğin samimiyet, nezaket nasıl aynı olur? Nasıl insanlara elimin altında muamelesi yaparsın. Neden bu sendeki insan açlığı hiç anlayamadım. Hiç unutmuyorum, senin insanlar ile tanışmanı izledikçe seninle tekrar tekrar tanışalım istemiştim. O ilk heyecanını, hevesini, büyüyen gözlerini tekrar tekrar göreyim çok istemiştim, bir o kadar da emek sarf etmiştim. Keşke bi rakı masasında, sana Sezen’in “yetinmeyi bilir misin?” dediğini dinletebilseydim.
Sen benim dışarıya çizdiğimi imajı o kadar sevdin ki sorgulamadan bu çocukta böyle işte diye beni cebe attın. Her zaman parası olan, insanlar ile arası uzak tutan, yalnız takılmayı seven ben, kontrol etmesi kolay geldim tabii. Yazarken fark ediyorumda konu belki hiç aşk değildi sende, üzülüyorum. O an beraberdik bir dağın tepesinde ay ışığı altında umarım hatırlıyorsundur, aylardan Temmuz’du. Bu çocuk buraya annesiz babasız, bu halde, bu yaşa nasıl geldi demedin. Yürüdüğüm yollarda neler gördüm hiç merak etmedin. Neden bu kadar geziyorsun ulan, sen ne arıyorsun? demedin. Neden bu kadar yalnız vakit geçirmeyi seviyorsun diye sormadın. Oysa ilk gün bana sanki bana anlatacak çok şeyin var demiştin ve hepsini dinleyeceğine söz vermiştin. Sen, bi akşam üstü bir Sezai çalıp benim güçsüzlüklerimi hiç sevmedin. Neden benle oturup bi rakı içmedin?
Şarkılar vardı 17 yaşımı istanbul’a gömerken çaldığım, kitaplar vardı yanımda kimse olmadığında içine kıvrılıp uyuduğum ve yazılarım vardı, onlarca, insanlığa kendindimi anlatmaya çalıştığım. Beni ben yapan hiç bir şeyi bilmedin, maalesef bilemedin, belkide öğrenmek istemedin. Keşke dünyaları düşündüğün kafanın içinde bana da bi yer olsaydı. Acaba aklına geldi mi hiç, ben aslında kimdim?
Bakma öyle her şeyden pes etmiş gibi konuştuğuma, ben senin kendine gelmeni çok bekledim. Kim olduğunu kaybetme diye çok ısrar ettim çünkü eninde sonunda hepimiz 19 yaşımızdaki halimize bir bilgin olarak döneceğiz. İşte sen o yaştayken gelecekteki kendine ipuçları bırak istedim. Sana anlattım, bağırdım, sarılırken kulağına fısıldadım ama beni duymadın be oğlum. Gittiğimiz yerlerde insan kazanacağım diye tanıdığın beni umarsızca savurdun. Keşke sende bana biraz sabırlı davransaydın, tanımadığın insanlara sabırlı davranacağına keşke biraz benim başımı okşasaydın. Ayıp ettin.
Anlatıyorum böyle anıları özlüyorum, üzülüyorum ve hala senin kendini bulmanı istiyorum ama yanlış anlama bizim olan hiç bir şeyi geri istemiyorum. Eğer bunu okuyorsan her şeye çok geç kalınmış demek. Bu yazıyı yazmaya soru işaretleriyle dolduğum gecelerde yolumu aydınlatması için başladım ama sonra kötü anıları unutup, güzel zamanları hatırlatmak için yazmaya devam ettiğimin farkına vardım. Tam bu paragrafta aslında herkesin, herkesin hayatında bir rolü olduğunun farkına vardım ve bazen kendi hayatının baş rolünü karşısındakine verecek kadar seviyor insan, işte bana bundan oldu. Ama sanırım ne doğru yer, ne de doğru insandı konu, sanırım insanlar hayatımıza hep girip çıkacaktı. Biz sadece eğlenmeli ve her şeyi iki taraf içinde mutlu kılmalıydık, yoksa ya istediğimiz kişi hayatımıza girmediği için ya da gireni çıkarayım derken zamanı boşa harcayacağız ve ne yaparsak yapalım yaşlanacağız.
Ya bunlar varya benle hiç oturup içmediğinden oldu, bi Sezen, bi Sezai, bi 70liğe senin olurdum. Keşke bi rakı içseydik be olum.